din
Makaleyi PDF formatında kaydet
Din (Arapça: الدین) kavramı, beşeriyet tarihinin en kapsamlı ve aynı zamanda en çok tartışılan kavramlardan biridir. İlk insandan bu yana her türlü (ilahi ve beşeri) düşünce sisteminin ana unsuru olup farklı dünya görüşlerinin kaynağını oluşturmaktadır.
[Düzenle]
Dinin sözlük anlamı,
huzu, uymak,
itaat etmek,
teslim olmak ve yapılan amellerin karşılığını görmek demektir. Terim anlamı ise, toplumun işlerine yön vermek ve insanları eğitmek için ortaya konan,
akaid,
ahlak, kanun ve kurallardan oluşan sistemden ibarettir. Bazen bu sistemin hepsi
hak ve doğru, bazen hepsi
batıl ve bazen de hak ve batılın ikisinin karışımıdır. Eğer sistemin hepsi hak olursa, hak din ve aksi takdirde, batıl din veya hak ve batıl karışımı bir din olarak sayılır.
[Düzenle]
Din, toplumsal hayata yön vermek ve insanları eğitmek gayesini taşıdığından, onun kanun ve kurallarının toplumun gerçek ihtiyaçlarıyla ve toplumsal değişikliklerle uyumlu, insanın özü ve
ruhuna uygun olması, onun hak ve doğru olmasının bir ölçüsüdür.
İnsanlık kafilesi evrenin tamamen birbiriyle uyumlu parçalarından ayrı bir parça değildir. Aksine kendi ölçüsünde ona etki eden ve ondan etkilenen, evrenin bir parçasıdır. Bu yüzden insanı yönlendirecek ve ona rehberlik edecek kimsenin onu çok iyi tanıması ve onun yaratılış alemi ile olan ilişkisinden de haberdar olması gerekmektedir. İnsan ve dünyayı yaratmayan bir kimse insanı ve dünyayı da hakkınca doğru bir şekilde tanıyamaz. Sonuç olarak sadece insan ve dünyayı yaratan kimse, insanı, dünyayı ve bu ikisi arasındaki irtibat ve ilişkiyi kâmil bir şekilde tanır ve neticede ona rehberlik edebilir.
Yalnızca o yaratıcı başkalarının da hedeflerine ulaşmalarına engel olmadan evrenin bütün parçalarına kılavuzluk edebilir.
Bu açıklamadan hak din, inanç sistemi, çeşitli kuralları
Allah tarafından gelen dindir. Batıl din ise Allah’tan başkası tarafından düzenlenen dine denir.
[Düzenle]
İlahi dinler genel olarak
inanç (teori) ve
amel (pratik) olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır.
İnanç bölümü, insanın kendi hayatının temellerini, üzerine kurması gereken, üç genel ilkeden ibarettir;
Tevhid,
nübüvvet ve
mead. Bunlardan birisinin bozulması dine uymayı engellemektedir.
Amel bölümü ise, insanın Allah’a ve topluma karşı olan görevlerini içeren bir takım ameli ve ahlaki vazifelerdir. İlahi şeraitte insan için düzenlenen vazifeler iki kısımdır;
ahlak ve
ahkam.
Bunların her biri de yine iki kısma ayrılır;
İmani özellikler,
ihlas, teslimiyet,
huşu,
namaz,
oruç ve
kurban gibi Allah’a yönelik olan ve “
ibadetler” diye bilinen amel ve özellikleri.
Diğer bölüm de insan sevgisi, hayırseverlik,
adalet,
cömertlik, insani ilişkiler,
alışveriş ve bunun gibi toplumla irtibatı olan ahlak ve amellerdir. Bu kısma “muamelat” da denmektedir.
[Düzenle]
Allame Tabatabai (r. a) dinin gereklilik ve zorunluluğunu iki delille açıklamaktadır.
1- İnsan başkalarını hizmetine almak isteyen bir varlıktır.
2- Her şeyi kendi hizmetinde kullanma özelliği, insanın yapı ve tabiatında yatmaktadır.
3- Başkalarını kendi hizmetine alma istemi, hayatın bütün kısımlarında uyumsuzlukların çıkmasına sebep olur.
4- İnsanın layık olduğu kemale ulaşabilmesi için bu uyumsuzlukların ortadan kalkması gerekmektedir.
5- Bu uyumsuzlukların ortadan kalkması, ancak toplumsal hayatı düzenleyecek ve insanı saadete ulaştıracak bir kanunun olmasıyla mümkündür.
6- İnsan, tabiat ve yapısı gereği böyle bir işi yapamaz. Çünkü bizzat kendisi bu uyumsuzluğun asıl sebebidir.
7- İnsan düşüncesiyle oluşturulan kanunla bu uyumsuzluklar giderilemez.
8- Yukarıda açılamalardan anlaşılıyor ki:
Allah’ın doğa ötesi bir yolla insana doğru yolu göstermelidir ve buna
vahiy denmektedir.
1- İnsan bu evrenin bir parçasıdır.
2-
Yaratılış sistemi insanın kemale ermesi için ona gerekli donanım ve yapıya sahip kılmıştır.
3- İnsanın doğal yapısı
sosyal yaşamı gerektirmektedir.
4- İnsan hayatı
ölümle son bulmayan kalıcı ve sonu olmayan bir hayattır.
5- İnsan dünya hayatında öyle bir yol izlemelidir ki hem bu dünyada ve hem de daimi hayatında
saadete ermelidir.
6- Bu hedefi güden yol ve yönteme din denmektedir.
[Düzenle]
İnsanı saadete ulaştıracak ve onun dünyevi işlerini düzenleyecek tek yol, ilahi bir dindir.
Fıtratı fıtratla düzelten, çeşitli güçleri taşkınlık halindeyken dengeleyen, insanın dünya ve ahiret, maddi ve manevi hayatını düzenleyen, dindir.
Din gerçeği, hayat sürecinde toplumu dengeleyen ve sonuçta doğal olarak her ferdin de hayatını düzenleyen faktördür. Din, insanları fıtrat ve yaratılış yoluna koyarak ona, adaletinde gerektirdiği gibi, fıtri hürriyet ve saadeti bahşeder. Aynı şekilde, her ferde topluma zarar vermemesi şartıyla, fikrinin ve düşüncesinin onu yönlendirdiği şekilde, hayatın çeşitli alanlarından yararlanması için sınırsız bir
özgürlük tanımaktadır.
[Düzenle]
İnsan, bir taraftan doğa, yer ve zamanla ilişki içindedir ve diğer bir taraftan da evrendeki ilahi gücün
tecelli ve göstergesi olmuştur. Doğa ve doğaüstünün insan vücudunda birleşmesi, onu, maddi ve manevi konularla yüz yüze getirmiştir. Ancak bu konuların hangisinin, insanın asıl kimliğinde etkisinin olduğu ve hangisinin olmadığı konusu, bazen insan için birtakım hatalara neden olur. Bu durum onu bir anda
melekut aleminden ayırarak maddi bir varlık haline getirmektedir. Bu yüzden
Kuran’ı Kerim insanın asıl iş ve görevlerini açıklamakta ve onu sıradan günlük işlerden ayırarak, gerçek kimliğini şekillendirip onun hareket yolunu bu gerçek kimliğe doğru yönlendirmektedir.
Örneğin; ırk, dil ve iklimsel özellikler tek başına, insanın ne değer ve itibarını artırır ne de onun faziletlerini azaltır. Çünkü bu özelliklerin insanın sosyal ilişkisi ve madde aleminde tanınmasında rolü olmasına rağmen, kalıcı ve sonsuza kadar onun yanında yer almaz. Bu da söz konusu özelliklerin insanın daimi kimliğinde hiçbir rolünün olmadığının delilidir. Hatta bu özellikler, insan hayatı boyunca bile değişmekte ve insanın bir yerden diğer bir yere göçmesi sonucu, sadece onun doğum yerini terk etmesine sebep olmakla kalmayıp, kendi dil ve ırkını da unutmasına neden olmaktadır.
Her halükarda insanın ölümüyle birlikte bütün bu özellikler etkinliğini kaybetmekte ve
berzah alemine girmesiyle birlikte onun, doğulu veya batılı olmasının veya herhangi bir ırka mensup oluşunun onun asıl kimliğine herhangi bir etkisi kalmaz. Çünkü bu yolculukla birlikte hem yeryüzünden ve hem de zaman sınırlarından dışarı çıkmaktadır. İnsanın gerçek kimliğini belirleyen özellikler sürekli insanla birlikte olan, ölüm, berzah,
Cennet ve
Cehennemle değişmeyen unsurlardır.
Kuran’ı Kerim bu konuda, akaid, ahlak ve ameller adı altında üç unsurdan bahsetmekte ve bunları insanın asıl kimliğini oluşturan temeller olarak saymaktadır. Bu üç unsur, insanın Allah’la olan irtibatının durumunu simgelemektedir ve din kültüründe, bu özel irtibata “Teellüh” denmektedir. Eğer bu üç unsur yani akaid, ahlak ve ameller, ilahi
peygamberlerin öğretilerine göre şekillenirse onların toplamı “din” olarak adlandırılır. Allah’ın
Âl-i İmran Suresinin 19.
ayetinde “Allah katında din
İslam’dır”
diye buyurmasından, resmi ve kabul edilen tek ayinin İslam olduğu anlaşılmaktadır. Bu sözü edilen temel unsurlara sahip olan kimse gerçek manada insandır.
Sonuç olarak her insan kendi inanç, ahlak ve amel sofrasının kenarında oturmakta ve asıl kimliğini bu unsurlarla belirlemektedir yani imanlı olan, ilahi ahlakı özünde uygulayan ve o iman ve ahlaka dayanarak amel eden kimse, Kuran kültüründe insan sayılmaktadır. Bu insani kimlik, onu sadece dünyada diğer insanlardan ayırmakla kalmayıp, berzah aleminde ve uhrevi hayatta da diğerlerinden seçkin kılmaktadır.
[Düzenle]
[Düzenle]
İslamquest sitesi "Din Nedir?" makalesinden yararlanılmıştır.