Ulu'l Emr

Makaleyi PDF formatında kaydet



Ulu’l Emr (Arapça:اُولوا الاَمر) kavramı, Kur’anı Kerim’de Nisa suresinde geçen Allah’a itaat ve Peygambere itaatten sonra itaat edilmesi gereken üçüncü kısmı anlatır. Ulu’l Emr’in manası ve kimler olduğu hususunda da İslam düşünürleri arasında farklı görüşler mevcuttur. Bu görüşlerin içinde en sağlam ve güçlü delillere sahip görüş, Şia’nın sunduğu görüştür.


LUGAT ANLAMI

[Düzenle]

Sözlükte “أُولو الأمر” “emir sahibi” anlamına gelmektedir. Arapçada “ذو” sözcüğü ise “Sahip” manasına gelir. Yani bu tabir emrin kendisine ait olduğu kimse anlamına gelmektedir.
[1] Lisânü’l-Arab, c. 1, s. 270


← EMİR'İN ANLAMI


Emir ise şu anlamlara gelmektedir:
a-Usûl-u Fıkıh’ta tahkik edildiği üzere haddi zatında yüksek bir makamda olanın veya yüksek bir konumda bulunmak arzusunda olanın talebi
b- İmret ve imaret (yönetim- yöneticilik) anlamına gelmektedir ki bu velayetin kendisidir.
[2] Misbâhü’l-Münîr, s. 22
Çoğulu “ümerâ” (yöneticiler) olan “emîr” sözcüğü de bu köktendir.
Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“يٰا أَيُّهَا الَّذِينَ‌ آمَنُوا أَطِيعُوا اللّٰهَ‌ وَ أَطِيعُوا الرَّسُولَ‌ وَ أُولِي الْأَمْرِ مِنْكُمْ‌”
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere ve sizden olan ülü’l-emre (emir sahibi olanlara) da itaat ediniz. ”
[3] Nisa, 59.    

Bir başka ayette ise şöyle buyurmaktadır:
“وَ لَوْ رَدُّوهُ‌ إِلَى الرَّسُولِ‌ وَ إِلىٰ‌ أُولِي الْأَمْرِ مِنْهُمْ‌ لَعَلِمَهُ‌ الَّذِينَ‌ يَسْتَنْبِطُونَهُ‌ مِنْهُمْ‌”
“Hâlbuki onu Resulullah’a ve içlerinden ulu’l-emir olanlara (emir sahibi olanlara) götürselerdi, içlerinden haberin mana ve maksadını çıkarabilenler şüphesiz onu anlarlardı. ” (4/en-Nisâ/83)

TERİM ANLAMI

[Düzenle]

İslam hukukçularının Ulu’l Emr tabiri hakkında özel bir ıstılah anlamı bulunmamaktadır. Onlar sözcüğü genellikle ikinci anlamda (yetki ve otorite sahibi) kullanırlar. Bunun en üst seviyesi ise ilerde de açıklanacağı üzere Ehlibeyt İmamları (a. s.) özelinde olduğu gibi onlar bu sözcüğü daha çok özel misdaklar (uyarlanabilecek kimseler) hakkında kullanırlar.

← KAVRAMIN ÖZEL HÜKMÜ VE KAVRAMLA İLGİLİ İNCELEME KONULARI


İslam hukukçuları –ki müfessirler de aynı hükme tabidirler- Ulu’l Emr ifadesi hakkında bir çok açıklamalarda bulunmuşlardır. Biz bunları aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:

←← ULU’L EMR’E İTAATİN VACİP OLUŞU


“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere ve sizden olan ülü’l-emre (emir sahibi olanlara) da itaat ediniz. ” (Nisâ, 59) ayeti vaciplik konusunda açık olduğundan hiçbir fakih bu hüküm hakkında zihin yormamıştır. Hatta Ulu’l Emr kavramının Resulullah’a (s. a. a.) ve Allah’a itaat etme gibi aklen ve naklen kesin olan iki vaciple birlikte ayette geçmesi bu duruma ayrı bir hususiyet bağışlamıştır. Hukukçular şöyle derler: Ayette, itaati emretme ifadesinin kullanılması, Ulu’l Emr tabirinin “Resul” sözcüğüne atıf edilmesi
[4] Bir sözcüğün, kelime grubunun ve cümlenin kendisinden önce geçen bir sözcük, kelime grubu veya cümleye bir bağlaç ile bağlanmasıdır. Bağlanan sözcüğe “matuf”, kendisine bağlanılan sözcüğe ise “matûfu aleyh” denilir. (çev)
şerî hükümlerde onlara da itaat etmenin vacip oluşuna ve onların görüşlerinin ve fetvalarının kanıt olduğuna delalet etmektedir.

←← ULU’L EMR’İN TESPİTİ VE NİTELİKLERİ


Allah-u Teala’nın “يٰا أَيُّهَا الَّذِينَ‌ آمَنُوا أَطِيعُوا اللّٰهَ‌ وَ أَطِيعُوا الرَّسُولَ‌ وَ أُولِي الْأَمْرِ مِنْكُمْ‌”
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere ve sizden olan ülü’l-emre (emir sahibi olanlara) da itaat ediniz. ” (Nisâ, 59)
“وَ لَوْ رَدُّوهُ‌ إِلَى الرَّسُولِ‌ وَ إِلىٰ‌ أُولِي الْأَمْرِ مِنْهُمْ‌ لَعَلِمَهُ‌ الَّذِينَ‌ يَسْتَنْبِطُونَهُ‌ مِنْهُمْ‌”
“Hâlbuki onu Resûlullah’a ve içlerinden ulu’l-emr olanlara (emir sahibi olanlara) götürselerdi, içlerinden haberin mana ve maksadını çıkarabilenler şüphesiz onu anlarlardı.” (Nisâ, 83) buyruklarında geçen Ulu’l Emr sözcüğünden muradın ne olduğunun tespiti konusunda bilginler arasında görüş ayrılığı meydana gelmiştir.
Fıkıh Bilginlerinin bir bölümü muradın emirler (yöneticiler) olduğu görüşündedirler. Nitekim İbn Cerîr et-Taberî’nin, Ebû Hüreyre’den aktardığı bir rivayete göre O şöyle demiştir:
“هم الاُمراء”
“Ulu’l Emr, emirlerdir (yöneticilerdir). ”
İbn Zeyd’den aktarılan bir diğer rivayette ise O şöyle der:
“قال أبي: هم السلاطين”
“Babam dedi ki; onlar sultanlardır. ”
Üçüncü bir rivayette ise şöyle geçmektedir:
“هم امراء السرايا”
“Onlar seriyye kumandanlarıdır. ”
Fakihlerin bir bölümü ise “ilim ehli ve fakihler” olduğunu söylemişlerdir. Nitekim Ameş kanalıyla Mücâhid’den şöyle rivayet edilmiştir:
“اولي الفقه منكم”
“İçinizdeki fıkıh erbabına…”
Ebu Nuceyh’ten ise şöyle rivayet edilmiştir:
“اولي الفقه في الدين و العقل”
“Dinî ve aklî konularda fıkıh sahibi olanlardır. ”
Benzer bir görüş İbn Abbâs’tan da rivayet edilmiştir.
Atâ ise “Fakihler ve bilginlerdir” der.
Kimi bilginler ise şöyle demişlerdir: “Ulu’l Emr; Hz. Muhammed’in (s. a. a.) ashabıdır. ” Bu görüş Mücâhid’den de aktarılmıştır.
Bazı kimseler de muradın “Ebu Bekir ve Ömer” olduğunu söylemişlerdir. Bu görüş İkrime’den de rivayet edilmiştir.
İbn Cerîr bu tefsirleri aktardıktan sonra şöyle der: Bu görüşler içinde doğruya en yakın olanı ‘Ulu’l Emr, emîrler ve valilerdir. ’ diyenlerin görüşüdür. Çünkü Hz. Resûlullah’tan (s. a. a.) itaatin söz konusu olduğu konularda ve Müslümanların maslahatı olan durumlarda imamlara ve valilere itaati emreden sahih haberler aktarılmıştır.
[5] Câmiü’l-Beyân, c. 4, s. 150

İbn Abidîn ise şöyle der: Allah-u Teâlâ’nın buyruğunda geçen Ulu’l Emr hakkında mutemed olan görüş … şarihlerin de belirttiği üzere bilginlerdir.
[6] Reddü’l-Muhtâr, c. 1, s. 44


← İMAMİYE'NİN GÖRÜŞÜ


İmamiye’nin meşhur görüşü şudur: Ulu’l Emr’den murat, Âl-i Muhammed’den olan masum İmamların tamamıdır. Bu içerikte birçok rivayet olup bunlar kendi özel mahallinde zikir edilmiştir.
[7] Kemâlü’d-Dîn, c. 1, s. 253, h. 2 ve 3.
[8] Tefsîrü’l-Ayyâşî, c. 1, s. 246.
[9] Tefsîrü’l-Ayyâşî, c. 1, s. 253.
[10] Tefsîrü’l-Ayyâşî, c. 1, s. 254 h. 153, 77 ve 178.
[11] Basâirü’d-Derecât, s. 61.
[12] Basâirü’d-Derecât, s. 64.
[13] Basâirü’d-Derecât, s. 105.
[14] Basâirü’d-Derecât, s. 202.
[15] Basâirü’d-Derecât, s. 204.
[16] el-Kâfî, c. 1, s. 185-186, h. 1.
[17] el-Kâfî, c. 1, s. 187, h. 7.
[18] el-Kâfî, c. 1, s. 189, h. 16.
[19] el-Kâfî, c. 1, s. 192, h. 1.
[20] et-Tehzîb, c. 3, s. 99, h. 259.
[21] İhkâkü’l-Hak, c. 13, s. 77.
[22] İlelü’ş-Şerâyi, c. 1, s. 149-150


←← ŞEYH TÛSÎ’NİN GÖRÜŞÜ


Şeyh Tûsî ise şöyle der: “Ashabımız Ebû Cafer ve Ebû Abdullah’tan (a. s.) şöyle rivayet etmişlerdir: Ulu’l Emr, Âl-i Muhammed’den (s. a. a.) olan imamlardır. Allah-u Teâlâ nasıl ki kendisine ve Resûlüne itaat etmeyi vacip kılmışsa onlara da mutlak olarak itaat etmeyi vacip kılmıştır. Masum olan ve yanılgı ve hataya düşmeyeceğinden emin olunan zat hariç hiç kimseye mutlak olarak itaat caiz değildir. Böyle bir durum ne emirler (otorite sahipleri) için söz konusudur ne de bilginler için…
‘Ulu’l Emr’den murat, bilginlerdir’ diyen kimsenin görüşüne gelince bu uzak bir görüştür. Çünkü ‘…ve Ulu’l Emr’ (4/Nisâ/59) ayetinin manası şudur: Emrin kendisine ait olduğu kimseye itaat ediniz. Yanılma olasılığı bulunan bilginler için bu durum söz konusu değildir.
Eğer onlar: ‘Bilginler hak ehli olduklarında onlara itaat etmemiz gerekir. Haktan saptıkları zaman onların bizim üzerimizde itaat hakları yoktur. ’ diyecek olurlarsa
Biz deriz ki; Bu yorum, itaati vacip kılan delilin âmm (genel) oluşunu tahsis etmektedir (daraltmaktadır). Halbuki bu tahsise dair bir delil söz konusu değildir. Ayetin kendisine sahih olarak uyarlanabildiği kimseler hakkında âmm olarak yorumlanması itaatin bazı alanlar için söz konusu olup bazı alanları dışta bırakacak bir tarzda tahsisinden (daraltıcı yorumdan) daha evladır. Nitekim Hz. Resûlullah’a (s. a. a.) ve Allah’a itaatin vacipliğini bazı konuları dışta bırakarak birtakım konularla tahsis etmek (daraltmak) de caiz değildir. ”
[23] et-Tibyân, c. 3, s. 234


←← ŞEYH SADÛK’UN GÖRÜŞÜ


Şeyh Sadûk şöyle der: Ulu’l Emr’in on iki imam olduğuna inanmak vaciptir. Ulu’l Emr, Allah’ın kendisine itaat edilmesini emrettiği kimselerdir.
[24] el-Hidâye, s. 31

Bazen de şöyle denilmektedir: Ayette geçen Ulu’l Emr’den murat şerî açıdan veliyyü’l-emr –yani dinî ve dünyevî otoriteye sahip- olarak belirlenen kimselerin bütünüdür.
Allah tarafından atanan kimselerdir –yani Şari (kanun koyucu) tarafından veliyyü’l-emir olarak tayin edilen kimseler ve buna uygun düşenlerdir ki bunlar da sadece masum Ehlibeyt İmamlarıdır-.
Yahut masum İmamlar tarafından kendi naipleri olarak atanan fakihlerdir. Böylece fakihlerin velayeti de masum İmamların velayetinin uzantısında ve onlar tarafından atanmış olmanın sınırları dahilinde kalmaktadır.
Geriye Ulu’l Emr kavramının yüce Şari’in şerî açıdan veliyyü’l-emir olarak itibar ettiği bütün bireyleri kapsaması ve emir veya reis olsa dahi şerî açıdan kendisi için sabit olmadığı kimseyi kapsamaması şeklindeki genel anlamı kalıyor.
Böyle bir manaya neden olan şey şudur: İtibarî ve hukukî (yasal) manaları karşılamaları için konulan lafızların sözlük anlamları bunu gerektirmektedir. Örneğin Şari’in “Mülkiyetinde olmayan şeyi satma” hitabında geçen maliyet ve mülkiyetten kast edilen Şari’in mülk olarak gördüğü şeydir. Yoksa şerî açıdan mülk veya mal olması kategorisine girmeyen diğerlerinin iddia ettiği şey değildir.
Rivayetler ise ayetin delaletinin umumî oluşuna dayanarak Ulu’l Emr (emir sahibi) tabirinin en mükemmel bireylerini –ki bunlar cery ve tatbik (uyarlama) kuralına göre Masum İmamlardır- açıklama sadedindedirler.
Bu açıklamalar ışığında vulatü’l-emr (yetki sahiplerinin) masum İmamın olduğu dönemde veya gaybet döneminde Müslümanlar üzerinde şerî olarak emr/yönetim yetkisine sahip olan herkesi ifade ettiği kesinlik kazanmaktadır. Belki de kavramın hem imamları ve hem de diğer bireyleri kapsamasından ötürü ikinci ayette geçen işi götürme (müracaat etme) emri sadece Allah ve Resulullah’a götürmekle sınırlandırılmıştır. Halbuki işlerin kendilerine götürülmesi konusunda Ehlibeyt İmamlarının (a. s.) durumu Resulullah’ın durumu gibidir. Ancak bu kavram Masum zatı da Masum olmayan kişileri de kapsadığından ötürü sadece onlar zikir edilmiştir.
Bu iki ayeti birbirine eklediğimizde Ulu’l Emr’e itaat ifadesinden Allah’ın ve Resulullah’ın atamasıyla sınırlandırıldığı ve Ulu’l Emr’in misdaklarının Masum Ehlibeyt İmamları olduğu anlaşılıyor. Bu hükme atanmış olma, başvurma, masumiyet ve paklık deliliyle bizzat onların benliklerinden de elde edilmiştir.
Kimi bilginler ise ayette geçen Ulu’l Emr’in masum olması gerektiğini belirtmişlerdir. Çünkü Allah-u Teala kendisine ve peygamberine itaat etmeyi mutlak bir tarzda ifade ettiği gibi onlara da itaat emrini de mutlak tarzda ifade etmiştir. Akıl ancak, Allah-u Teala’nın masumiyeti kesin olan bir kimseye mutlak olarak itaat etmeyi vacip kıldığına hüküm etmektedir.

←← TABERSÎ’NİN GÖRÜŞÜ


Tabersî şöyle der: Allah-u Teala kendisine isyan edene itaat etmeyi veya söz ve fiil sahasında emrini yerine getirmeyen kimselere boyun eğmeyi emretmekten yücedir. Çünkü sorumluluklarını yerine getirmeyen kimselere itaat edilmesi olanaksızdır.
[25] Mecmeü’l-Beyân, c. 3, s. 114


← ULU’L EMR’İN İMAMETİ


Ayetin âmm oluşu göz önüne alınarak yapılacak olan ikinci tefsire göre –zira ayet gaybet döneminde örneğin veliyyü’l-fakih’i de kapsamaktadır- ayette aklî bir sınırlandırmanın varlığını kabul etmek gerekir. Çünkü Masum olmayan bir şahsa itaati emretmek onun şeriat yolundan sapmamasıyla ve Allah ve Resul’ü tarafından atanmış olmasıyla sınırlandırılmıştır.
Bilginler ayetlerin Ulu’l Emr’in mutlak velayetlerini ifade ettiğini belirtmektedirler. Çünkü mutlak olarak itaati emretme Ulu’l Emr kapsamına giren bütün bireyleri tüm eylemlerini kapsamaktadır ki bu da velayet ve imametin ta kendisidir. Beri taraftan Ulu’l Emr’e itaatin Hz. Peygamber (s. a. a.) ile itaat ile birlikte gelmesi, Hz. Peygamber’in (s. a. a.) imamet ve velayetinin mutlak oluşu açık hükümlerdendir. Nitekim Allah-u Teâlâ, Hz. Peygamber hakkında “Peygamber müminlere kendilerinden daha yakındır” (33/el-Ahzâb/6) buyurmaktadır. Öyleyse Ulu’l Emr için de aynı durum söz konusudur.
Ebu’s-Salâh el-Halebî şöyle der: “Ey İman Edenler Allah’a itaat edin…” (4/en-Nisâ/59) ayeti de Ehlibeyt’in (a. s.) imametine delildir. Buna göre Allah-u Teâlâ o esnada hazır bulunan bütün yükümlülere Allah’a ve Resulüne (s. a. a.) itaati vacip kıldığı yönüyle Ulu’l Emr’e de itaati vacip kılmıştır. Çünkü ayetin nüzulü, bütün işlerde yükümlülüğü sona erdirişi inşa etmesi Ulu’l Emr’e itaatin de Peygamber’e itaat gibi âmm-genel oluşunu gerektirmektedir. Çünkü matufun, matuf-u aleyhin
[26] Bir sözcüğün, kelime grubunun ve cümlenin kendisinden önce geçen bir sözcük, kelime grubu veya cümleye bir bağlaç ile bağlanmasıdır. Bağlanan sözcüğe “matuf”, kendisine bağlanılan sözcüğe ise “matûfu aleyh” denilir.
hükmünü alması vaciptir ki bu da Ulu’l Emr’in imametini gerektirmektedir. Bu boyutuyla itaat ancak Hz. Resulullah’tan (s. a. a.) sonra imameti sabit olan kimse söz konusudur.
[27] el-Kâfî fi’l-Fıkıh s. 93-4


←← ZAMAHŞERÎ’NİN GÖRÜŞÜ


Zamahşerî der ki; “Sizden olan Ulu’l Emr…” ifadesinden murat hak olan emir sahipleridir. Çünkü Allah’ın ve Resulünün emrinden sapan zalim emirlere gelince Allah ve Resulü onlardan beridir. Bu emirler ayette geçen itaatin vacip oluşu hususunda Allah’a ve Resulüne atıf edilemezler. Ayette söz konusu edilen itaatin vacip oluşu hükmünün kapsamında Allah, Resulü, ancak adaleti tercih eden, hakkı seçen, Allah’a ve Resulüne uymayı emrederek ve onlara karşı çıkmayı ret ederek Allah’a ve Resulüne muvafık olan emir sahipleri toplanabilir.
[28] el-Keşşâf, c. 2, s. 95

Bu konunun detayı ve Ulu’l Emr’in velayeti ile bağlantılı olan diğer bütün konular kendi özel bölümünde ele alınmıştır.


Dipnot

[Düzenle]
 
1. Lisânü’l-Arab, c. 1, s. 270
2. Misbâhü’l-Münîr, s. 22
3. Nisa, 59.    
4. Bir sözcüğün, kelime grubunun ve cümlenin kendisinden önce geçen bir sözcük, kelime grubu veya cümleye bir bağlaç ile bağlanmasıdır. Bağlanan sözcüğe “matuf”, kendisine bağlanılan sözcüğe ise “matûfu aleyh” denilir. (çev)
5. Câmiü’l-Beyân, c. 4, s. 150
6. Reddü’l-Muhtâr, c. 1, s. 44
7. Kemâlü’d-Dîn, c. 1, s. 253, h. 2 ve 3.
8. Tefsîrü’l-Ayyâşî, c. 1, s. 246.
9. Tefsîrü’l-Ayyâşî, c. 1, s. 253.
10. Tefsîrü’l-Ayyâşî, c. 1, s. 254 h. 153, 77 ve 178.
11. Basâirü’d-Derecât, s. 61.
12. Basâirü’d-Derecât, s. 64.
13. Basâirü’d-Derecât, s. 105.
14. Basâirü’d-Derecât, s. 202.
15. Basâirü’d-Derecât, s. 204.
16. el-Kâfî, c. 1, s. 185-186, h. 1.
17. el-Kâfî, c. 1, s. 187, h. 7.
18. el-Kâfî, c. 1, s. 189, h. 16.
19. el-Kâfî, c. 1, s. 192, h. 1.
20. et-Tehzîb, c. 3, s. 99, h. 259.
21. İhkâkü’l-Hak, c. 13, s. 77.
22. İlelü’ş-Şerâyi, c. 1, s. 149-150
23. et-Tibyân, c. 3, s. 234
24. el-Hidâye, s. 31
25. Mecmeü’l-Beyân, c. 3, s. 114
26. Bir sözcüğün, kelime grubunun ve cümlenin kendisinden önce geçen bir sözcük, kelime grubu veya cümleye bir bağlaç ile bağlanmasıdır. Bağlanan sözcüğe “matuf”, kendisine bağlanılan sözcüğe ise “matûfu aleyh” denilir.
27. el-Kâfî fi’l-Fıkıh s. 93-4
28. el-Keşşâf, c. 2, s. 95


Kaynakça

[Düzenle]

İslam Fıkhı Ansiklopedisi «Ulu'l Emr» makalesinden alıntıdır.    






جعبه ابزار