Burhan-ı Sıddıkin

Makaleyi PDF formatında kaydet



Burhan-ı Sıddıkin (Arapça: برهان الصدیقین) , Allah’ın ispatı hususunda İslam felsefesinde sunulan en değerli ve sağlam delillerden biridir. İbni Sina’ya nispet verilen bu burhan çeşitli takrirlerle ve geliştirilerek son halini almış ve felsefi olarak çok güçlü bir burhan olarak ortaya çıkmıştır.


Allah'ın Ispatı ve Deliller

[Düzenle]

Allah’ın varlığını ispatlayan delilleri bir yönüyle iki gruba ayırmak mümkündür. Burhanlardan bir kısmı yaratıkları vasıta bilip onlardan hareketle Allah’a ulaşmaya çalışır. Burhanlardan ikinci kısmı ise yaratıklar, Allah’ın varlığını ispatlamak için vasıta olarak görülmez. Bilakis varlık hakikatinin bizatihi kendisinden ve vücut (varlık) kavramından hareketle Allah’a varır.

İnnî Burhan ve Limmî Burhan

[Düzenle]

Birinci türden olan burhanlara İnnî (malulden (yaratılmış) hareketle illete ulaşmak) ikinci türden olan burhana da Limmî (illetin kendisinden hareketle illeti ispat etmek) veya limme benzer (şebhi limmi) burhanlar denmektedir.
[1] Muhammed, Rızaî, Muhammed, “Mukayese’i beyn Burhan-ı Sıddıkin-i Felasefe-i İslami ve Vücut Şınahti Felasefe-i Garb ber İspat-i Vücud’i Huda”, “Faslname-i Kelam İslami”, 1376 h. ş. sayı 23.


Burhan-ı Sıddıkin

[Düzenle]

İncelemek ve açıklamak istediğimiz sıddıkin burhanı, ikinci tür burhan çeşidindendir. Sıddıkin burhanı öyle bir burhandır ki, Allah’ı ispatlamak için Hak Teala’nın zatından yararlanarak yine Hak Teala’nın zatına istidlal edilir. Allah’ın dışında var olan şeylerden yararlanarak Allah’ın zatına istidlal yapılmaz.

← Sıddık Kelimesinin Manası


Sıddık kelimesinin anlamına dikkatle bu burhanın bu isimle adlandırılması aşağıdaki konulardan birisi olabilir.
1. Sıddık olan insanlar Hak Teala’nın makamında Hak Teala’nın zatına istişhad etmek için bu yöntemden yararlanırlar.
2. Bu burhan, en sağlam ve en değerli bir burhandır.
3. Hakka kavuşmak için takip edilen bu yöntem ve yol, sıddık olan enbiyanın yoludur. Enbiyaya oranla mertebeleri enbiyanın ardından gelen sıddıkinlerin yöntemi ve yolu da budur. İslam filozofları geçmiş zamanlardan günümüze kadar bu burhan için farklı ve değişik takrirler ve beyanlar sunmuşlardır. Konun uzamaması için bunların en önemlilerinden bir kısmına işaret edeceğiz:

← İbn. Sina’nın Burhan-ı Sıddıkin Hakkındaki Takriri


“Burhan-ı Sıddıkin” kavramını ilk olarak ibn. Sina Allah’ın varlığını ispatlamak için kendisine özgü olan burhan için kullandı. O, bu burhanı “İşarat” adlı eserinde şöyle takrir etmiştir: “Var olan (mevcut) ya “Vacibu’l – Vücut”tur (yani vücudu zorunludur) ya “Mümkün’ül – Vücut”tur, yani ne vücudu ve nede ademi (yokluğu) zorunlu değildir. Eğer “Vacibu’l – Vücut” ise bizim peşinde olduğumuz şey ispatlanmış olur. Ama eğer “Mümkün’ül – Vücut” ise mümkün olan varlık, var olması için (onun varlığını yokluğuna tercih eden) bir müreccihe ihtiyacı vardır. Eğer söz konusu olan müreccih de, mümkün ise onun kendisi de başka bir müreccihe muhtaçtır. Aynı şekilde sonsuza dek bu devam eder. Ancak devr (kısır döngü) ve teselsül batıl olduğu için mümkün olmayan (yani vacip olan) bir müreccihe (mümkün olan şeyin varlığını yokluğuna tercih edene) ulaşmamız gerekmektedir. İşte Vacib’ul Vücut olan bu müreccih Allah’tır”.

← Şeyh İşrak’ın Burhan-ı Sıddıkin Hakkındaki Takriri


“Kendinin yokluğunu zaruri kılan hiçbir şey yoktur, aksi takdirde hiçbir şekilde var olmazdı. Nurların Nuru, kendi zatî birliğiyle vardır. O'nun zatının tespiti ve varlığı için hiçbir şart yoktur. Ayrıca diğer her şeyin O'na tabi olduğu ve hiçbir koşul ve zıddı olmadığı için kendi içinde geçersiz değildir; Bu nedenle, varlığı sonsuzdur ve kendi zatı ile kayyumdur. ”
[4] Şeyh-i İşrak, “Hikmet’i İşrak” Henry Corben, s. 121, Tahran Müesesei Mutalaat-i ve Tahkikati Ferhengi, 1373 h. ş


← Kayseri’ye Göre Burhan-ı Sıddıkin’in Takriri


Kayseri, İbn. Arabi’ninFusus’ul Hikem” adlı kitabına yazmış olduğu Mukaddime’de “Burhan-ı Sıddıkin” için beş takrir (beyan) zikretmiştir. Onlardan birini numune olarak zikredeceğiz: “Vücudun hakikati kendinden başka değildir. Zira vücudun hakikati kendinden başka olmuş olsa, mezkûr hakikat tahakkuk ve vücut bulmakta icad edici olan (mucide) bir varlığa muhtaç olacaktı ve böylece teselsül lazım gelirdi ki teselsül batıldır. Dolayısıyla vücudun hakikati kendinden başka bir vücut değildir. Bu nedenle bu hakikat “Vacib’i biz-zat”; zatı itibariyle zorunlu bir hakikattir. Zira bir şeyin zatının kendisinden ayrılması imkânsızdır”.
[5] Kayseri, Muhammed Davut, “Şerhi Fususi’l-Hikem”, s. 18, İntişarat’i İlmi ve Ferhengi, 1375, h. ş


← Hekim Sebzevari’ye Göre Burhan-ı Sıddıkin’in Takriri


“En muhkem ve en kısa yol şudur ki eğer vücut (varlık) asıl ve mahiyet vücudun tabii ve gölgesi ise ve vücudun aslı bağımsız, sırf, ve mutlak ise, ne sınırlı ve ne karışık ve ne de mukayyettir. Yokluk (adem) ise vücudun karşıtı ve zıddıdır. Hiçbir şey, kendi karşıtını, çelişkisini kabul etmez. Öyle ise hiçbir zaman vücudun aslı yokluğu (adem) kabul etmez. Zati itibariyle yokluğu reddeder. Adem’in (yokluk) , olmaya (vücut bulmaya) kabiliyeti yoktur. Bunun neticesi de şudur: Hakikatin zarureti olan vücut, ezeli ve Vucub-i Zati’dir. ”
[6] Hekim Sebzevari, “et-Tahkikat Ala eş-Şevahidi’r-Rububiye”, s. 461-462, Meşhed, el-Merkezu ec-Camii lin-Neşr, 1360 h. ş


← Allame Tabatabai’nin Burhan-ı Sıddıkin Hakkındaki Takriri


Allame TabatabaiUsul’i Felsefe” adlı kitabında “Burhan-ı Sıddıkin” kavramını şöyle anlatır: “Vücut gerçeği ki var oluşunda hiçbir şüphe yoktur, kesinlikle nefyi kabul etmez ve yok olmayı tahammül etmez. Başka bir ifadeyle vücut gerçeği (varlık hakikati) her türlü kayıt ve şarttan arı vücut gerçeğidir. Hiçbir kayıt ve şartla da gerçeklik bulmaz. Bu âlem ve içindekiler, böyle olmadığı ve nefyi (yok olmayı) kabul ettiği için bu yönüyle nefyi (yokluğu) kabul etmeyen bir gerçeğe dayanır, onun vücuduyla gerçeklik kazanır. O olmazsa bu alem ve onun içindekiler de olamazdı. Elbette bunun anlamı, o gerçeğin eşya ile bir olması veya onlarda nüfuz veya hulul etmesi veya o gerçeğin kendisinden bazı parçalar ayrılıp eşya ile bağ kurması anlamında değildir. Aksine şu manaya gelir ki o gerçek, nur gibidir ve karanlık olan cisimler onunla aydınlanır ve onsuz zulmettedirler”.
Allame’nin Burhan-ı Sıddıkin için getirmiş olduğu beyanın özeti şudur: “Mutlak gerçeklik kesinlikle yokluğu kabul etmez. Yokluğu kabul etmeyen ve yokluğu zati olarak muhal olan bir şeyin vücudu, Vacib’i Ezeli’dir. Bu nedenle gerçekliğin aslı vacibi ezeli olacaktır. Bu durumda yokluğu kabul edebilen gerçeklikler ve sınırlı varlıklar zevali olmayan bir gerçeğe dayanır”.

← Molla Sadra’nın Burhan-ı Sıddıkin Hakkındaki Takriri


Sadr’ul MuteallihinHikmet-i Mütealiye” de kendi beyan ettiği usullere göre bu burhanı beyan etmiş ve bu burhanı, en sağlam delil ve sıddık kimselerin yolu olarak görmüştür. Onun burhanı, bazı açıklamalara ihtiyaç duyan birtakım usuller üzere bina edilmiştir:

←← Asalet’i Vücut ve Mahiyet’in İtibarî Oluşu


Zihnin dışındaki var olan âlemde her varlık, tek bir gerçeğe sahiptir ve bu gerçek dışında başka bir gerçeği yoktur. Ancak zihin, dış âlemde var olan tek gerçekten vücut ve mahiyet olmak üzere iki kavram (mefhum) algılar ve üretir. Örneğin bir insan veya bir ağaç, dışarıda birisine vücut ismini diğerine mahiyet ismini vereceğimiz iki ayrı gerçeklikten oluşmaz. Böyle bir durum söz konusu değildir. Fakat zihinsel bir tahlilde her şeyin mahiyeti ve nitelikleri, o şeyin vücut ve varlığının aslından farklıdır.
Şahsın veya ağacın “mahiyeti” ve “Nasıllığı” dış âlemde olduğu şekliyle zihne gelir. Ancak onun zihindeki ve dışarıdaki vücudu tamamen farklıdır. Dışarıdaki ateş ve ağaca atfedilen eserler, onların zihinsel varlıklarına atfedilemez. Buna binaen vücut ile mahiyet, başka bir ifadeyle varlık ve nasıllık birbirinden ayrı iki meseledir. Eğer vücut olmazsa yaratıklardan hiçbirinin mahiyeti de şekillenmez. İnsan ve ağacın mahiyetini yokluk merhalesinden zuhur merhalesine çıkaran gerçek vücuttur. Vücut olmazsa, eşyaların mahiyetinin kendisi olmak veya olmamak arasında asla dışsal bir taalluk bulamaz. “el-Mahiyetu min Haysu Hiye leyset illa Hiye, la Mevcudetün ve la Madumetün” Yani mahiyet, mahiyet olma itibariyle kendisi dışında başka bir şey değildir ve mahiyet olma cihetiyle ne mevcuttur ne madumdur”. Bir şeyin vücut ile tahakkuk ediyor olması ve vücudu kaldırmakla, yok olması mahiyet değil onun dışındaki bir şeyin asıl olduğuna delildir.

←← Vücut’taki Teşkik


Vahdet’i Teşkiki’yi Vücut (vücuttaki vahdet ve teşkik) şundan ibarettir: Vücut tek bir hakikat ve aynı zamanda şiddet ve zaaf mertebelerine sahiptir. Vacib’ul-Vücuttan” tutun ta Hayyula (Madde’yi Evveliye) denilen varlıkların her birisi sahip olduğu mertebe oranında vücut hakikatine sahiptir. Yani bütün bu varlıklar vücutta birbiriyle müşterektir. Fakat mertebe bakımından birbirinden farklılaşırlar.

←← Besatet-i Vücut


Vücut, basit (terkibi olmayan, cüzlerden arı) bir hakikattir. Ne cüz’ü vardır ve ne başka şeyin cüz’üdür. Zira vücut dışında başka bir şey yoktur.

←← Malulun İlletine Nispeti, Bağ ve Muhtaçlığın Kendisidir


Molla Sadra, illet ile malul arasındaki ilişki ve irtibatın fakr (mutlak muhtaçlık) ilkesince olduğu kanaatindedir. Malul, varlığının ve hüviyetinin tamamını illetten aldığı için bağımlı vücuda sahiptir. Mutlak bir şekilde illete bağlıdır. Malulün zatından sınırlılık, ihtiyaç ve fakirlik dışında hiçbir şey beklenemez.

← Molla Sadra’nın Takriri


Anlatıldığı gibi vücut dışsal, muşekkik ve basit bir hakikattir. Vücudun en şiddetli kemal derecesi, ondan daha tam ve kamilin olmaması ve kendi zatı dışında başka bir şeye bağlı olmamasıdır. Buna binaen vücut ya kendi dışındakilerden müstağnidir veya zatı itibariyle kendi dışındakine bağlı ve muhtaçtır. Birinci suretteki vücut “Vacib’ul-Vücut”tur ki kemalin nihai derecesidir. Onda noksanlık ve yokluk yoktur. İkinci suretteki vücut muhtaç ve başkasına bağlı olduğu için “Mümkün'ül-Vücut”tur yani varlığı zorunlu değildir. Aksine zatı itibariyle vacip olan varlığa bağımlıdır. “Vacib’ul-Vücut” dışında onun varlığını sağlayan ve vücudunu ayakta tutan başka bir varlık söz konusu değildir.
Başka bir beyanla; Asalet’ul Vücut esasınca eğer vücut başkasından müstağni olursa bizim maksadımız hâsıl olmuş olur ve “Vacib’ul-Vücut” ispat edilir. Ancak eğer vücut, zati itibariyle müstağni değilse bu durumda malul ve zati itibariyle müstağni olan varlığa muhtaçtır. Zira zatı itibariyle muhtaçlık, bağımlılığın demektir. Dolayısıyla fakir ve bağımlı olan bir şeyin kendiliğinden varlık bulması imkânsızdır. Böyle bir varlığın var olması bağımsız, müstağni ve tam olan bir varlık olmaksızın muhaldir”.
[10] Misbah Yezdi, Muhammed Taki, “Ta'lika’i Nihayetu’l-Hikme”, s. 413, Kum, Müessese’yi Der Rah’i Hak, 1405, h. k

Şu noktanın da hatırlatılması gerekiyor ki bu burhan, İslam felsefesinde Allah’ın varlığını ispatlamak için sunulan burhanlardan en sağlam ve en güçlü ve derin bir burhandır. Anlatıldığı gibi bu burhanın "Sıddıkin" adını almasının nedenlerinden birisi işte bu niteliktir.


← Burhan-ı Sıddıkin’i Diğer Burhanlardan Ayıran İmtiyazlar


1- Burhan-ı Sıddıkin, Allah’ı ispatlayan burhanlar içinde en sağlam burhandır ve metanet bakımından nihai derecededir. Kesinlik ve yakîn bakımından da en yücedir.
2- Bu burhan, Allah’ı tanımak için belirtilen en değerli ve şerif bir yoldur. Zira bu yolda vücudun hakikatine dayanarak vacip olan Allah’a ulaşılır. Vücut da saf hayır ve diğer hayırların kaynağıdır. Allah’ı tanıtan diğer burhan ve delillerde ise yaratıkların kendileri Allah’ı ispatlamak için vasıta kılınmışlardır. Oysaki onlar, noksanlık ve yoklukla karışmışlardır.
3- Bu burhan en sade ve en basit (soyut, terkibi olmayan) delildir. Zira vacip olan Allah’ı, sıfatlarını, fiillerini tanımak için devrin (kısır döngü) ve teselsülün iptaline ihtiyaç olmadığı gibi, Allah dışında başka bir varlığı vasıta kılmaya da ihtiyaç yoktur.
4- Vücudun asıl ve basit olmasının gereği olan “İmkan-i Vücudi’den” veya “Mmkân-i Fakri”den istifade edilmiştir. Meşşa hikmetinin yönteminde ise bunun tersine imkan-i zatiden istifade edilmiştir.
5- Burhan-ı Sıddıkin tek başına Hakkın zatını, zatın tevhidini, hakkın sıfatlarını, sıfatların birliği, hakkın fiillerini ve tevhidi fiillerini tanımak için yeterlidir ama diğer burhanlar, bunu sağlayamaz.
6- Bu burhan, Hazreti Hak Teala’nın vücudunun aslını ispatlamanın yanı sıra tevhidin hak bir hakikat olduğunu da açıklar. Allah’ın ilim, kudret, irade ve kayyumiyet gibi diğer ilahi isimler ve güzel sıfatlarını da ispatlar.
Sonuçta bilmemiz gerekir ki, Burhan-ı Sıddıkin’in önemi ve değeri asıl itibariyle irfani bir hakikate bina edilmektedir. Sırf zihinsel ve kavramsal değildir. Burada Sıddıkin’den maksat da diğer varlıklardan hareketle Allah’a giden kimseler değil bilakis Allah’tan hareketle Allah dışındaki diğer varlıkları ispata giden kimselerdirler. (Başka bir ifadeyle; Allah’ı baz alarak Allah dışındaki diğer varlıkları O’nun vasıtasıyla ispatlayan kimselerdir) Yani Allah’ın vücudu onlar için aşikâr olmuş dolayısıyla başkasını vasıta ederek onu ispatlamaya ihtiyaç duymazlar. Bilakis Allah dışındaki başka varlıkların ispatlanmaya muhtaç olduğunu söylerler.

← Burhan-ı Sıddıkin’i Teyit Eden Rivayetler


Bir rivayette Casulik, İmam Ali’den (a. s.) şöyle soruyor: Allah’ı Muhammed ile mi tanıdın yoksa Muhammedi Allah ile mi tanıdın? Müminlerin Emiri (a. s) cevabında şöyle buyuruyor: “Ben Allah’ı Muhammed vasıtasıyla tanımadım bilakis Muhammedi (s. a. a.) Allah vasıtasıyla tanıdım… Allah’ın onu yaratması ve onda bazı sınırlılıklar oluşturması ile tanıdım. Meleklere itaatini ilham ettiği ve bir benzer ve nicelik oluşturmadan kendini onlara nasıl tanıttıysa, anladım ki O (Hz. Muhammed (s. a. a)) , Allah’ın izni, iradesi ve ilhamı ile müdebbirdir”.
İmam başka bir yerde şöyle buyuruyor: “Ben eşyayı görmeden önce Allah ı görüyorum daha sonra eşyaları görüyorum”.
[13] Musevi, Seyit Abbas, Ali, “Şerh-i Nehcül Balaga”, c. 5, s. 291, Beyrut, Dar’ul-Mehaccet’ül-Beyza, 1376 h. ş

İmam Hüseyin (a. s.) Arefe duasında şöyle buyuruyor: “Acaba senin dışındakiler senden daha mı aşikârdır ki onlar seni aşikâr etsinler? Ne zaman gaiptin ki bir delile muhtaç olasın ve delil sana delalet etsin, ne zaman uzaktın ki senin eserlerin sana getiren yol olsunlar, seni görmeyen gözler kör olsun…”.
Başka bir yerde şöyle buyuruyor: “Kendini her şeyde bana tanıttın. Öyle ki her şeyde seni aşikâr gördüm. Öyle ise sensin varlıkların her şeyini aşikâr eden”.

Dipnot

[Düzenle]
 
1. Muhammed, Rızaî, Muhammed, “Mukayese’i beyn Burhan-ı Sıddıkin-i Felasefe-i İslami ve Vücut Şınahti Felasefe-i Garb ber İspat-i Vücud’i Huda”, “Faslname-i Kelam İslami”, 1376 h. ş. sayı 23.
2. Sadruddin Şirazi, Muhammed b. İbrahim, “el-Hikmetu’l-Mutealiye fil-Esfari’l-Akliyeti’l-Arba’a”, c. 6, s. 13, Beyrut:Daru İhya’ut-Turas el-Arabi, 1981    
3. İbni Sina, “el-İşarat vet-Tenbihat”, s. 97-98, Kum, Neşri el-Belaga, 1375 h. ş    
4. Şeyh-i İşrak, “Hikmet’i İşrak” Henry Corben, s. 121, Tahran Müesesei Mutalaat-i ve Tahkikati Ferhengi, 1373 h. ş
5. Kayseri, Muhammed Davut, “Şerhi Fususi’l-Hikem”, s. 18, İntişarat’i İlmi ve Ferhengi, 1375, h. ş
6. Hekim Sebzevari, “et-Tahkikat Ala eş-Şevahidi’r-Rububiye”, s. 461-462, Meşhed, el-Merkezu ec-Camii lin-Neşr, 1360 h. ş
7. Allame Tabatabai, “Usul’i Felsefe ve Reviş’i Realizm”, c. 5, s. 76-86, Tahran, İntişarat-i Sadra    
8. Esfar, c. 6, s. 13-14.    
9. Esfar, c. 6, s. 15-16.    
10. Misbah Yezdi, Muhammed Taki, “Ta'lika’i Nihayetu’l-Hikme”, s. 413, Kum, Müessese’yi Der Rah’i Hak, 1405, h. k
11. Esfar, c. 6, s. 24-26.    
12. Meclisi, Muhammed Bakır, “Biharu’l-Envar”, c. 3, s. 272, Beyrut, Müessese’yi el-Vefa, 1404 h. k    
13. Musevi, Seyit Abbas, Ali, “Şerh-i Nehcül Balaga”, c. 5, s. 291, Beyrut, Dar’ul-Mehaccet’ül-Beyza, 1376 h. ş
14. Biharu’l-Envar”, c. 67, s. 142.    
15. Biharu’l-Envar”, c. 67, s. 142    


Kaynakça

[Düzenle]

İslamquest sitesi "Burhan-ı Sıddıkin" makalesinden yararlanılmıştır.    






جعبه ابزار