Abdullah B. Sebe
Makaleyi PDF formatında kaydet
Abdullah b. Sebe (Arapça: عبد الله بن سبأ),
İslam tarihi açısından konu edinen ve bazı muhalifler tarafından
Şia mezhebinin kurucusu olarak addedilen bir şahsiyettir. Fakat Şii düşüncesinin Abdullah b. Sebe adındaki
Yahudi bir şahsa dayandırılması aklî ve naklî deliller ile tamamıyla yalandır.
[Düzenle]
Şiilik,
Kur’an ile eş dönemli bir
ekoldür; zira
Peygamber-i Ekrem’e (s.a.a) en yakın kişi
Hz. Ali (a.s) idi. O,
Kuran ayetlerinin inişinin ilk günlerinden itibaren Kuran öğretilerini Hz. Peygamber’den (s. a. a) direkt olarak almış ve diğerlerine ulaştırmıştır. Bazı bilgisiz veya kasıtlı yazarlar, Şiiliğin
Osman’ın hilafetinin son dönemlerinde ortaya çıktığını söylemişlerdir. Onlar, Abdullah b. Sebe adındaki birinden bahsedip şöyle demişlerdir: “O, gerçekte
Yahudi dinine mensuptu ama Osman’ın hilafeti zamanında kendini
İslam’ı kabul etmiş gösterip İslam devletini zayıflatma hedefi gütmüştür. Bu hedefle o, Ali’nin (a. s) Peygamber’den (s. a. a) hemen sonra ki hilafetini ve
imametini dile getirmiş,
masumiyeti imamın şartlarından biri olarak bilmiş ve gerçekte siyasi ve normal bir mesele olan imamete kutsiyet süsü vermiştir. Aynı şekilde önceki
halifelerin hilafetinin gasp edilmiş makamlar olduğunu ortaya atmış ve insanları halifenin aleyhine kışkırtmıştır. Bunun neticesinde ayaklananların eliyle üçüncü halife katledilmiştir. Bundan dolayı, Şii mezhebi onun yapı ve ürünüdür. ”
Aynı şekilde İbn Sebe’yi
Sebaiyye adında bir fırkanın kurucusu olarak da bilmekte ve
Ebuzer Gıfari,
Ammar Yasir,
Abdurrahman b. Adis,
Sasaâ b. Suhan,
Muhammed b. Ebu Hanife,
Muhammed b. Ebubekir ve
Malik Eşter gibi büyük şahsiyetleri de bu uydurulmuş fırkanın üyeleri saymışlardır.
Ancak bu iddianın büyük bir yalan ve iftira olduğu aklî ve naklî delillere müracaat edilerek açıklık kazanacaktır. Bu hikâyenin aktarıcısı sıfatıyla “
Seyf b. Ömer”’ adlı şahsın varlığı, onun uydurulmuş oluşunun sadece delillerinden biridir. İleride buna işaret edilecektir.
[Düzenle]
Burada Şia ekolünün kurucusu olarak zikredilen Abdullah b. Sebe’nin neden böyle bir rolü üstlenemeyeceğini daha doğrusu bu konudaki naklin itibarının olmadığını inceleyeceğiz.
Şiiliğin kaynağı
Allah’ın kitabı, Peygamberin (s. a. a)
sünneti ve aklın hükmü dışında bir şey değildir.
Velayet Ayeti (
Maide, 55) ,
Tebliğ Ayeti (Maide, 67) ,
İkmal Ayeti (Maide, 3) ,
Hayru’l-Beriyye Ayeti (
Beyyine, 7) gibi ayetler ve aynı şekilde
Hadis-i Sefine (Gemi Hadisi) ,
Sakaleyn Hadisi (İki Emanet Hadisi),
Gadir-i Hum Hadisesi gibi
rivayetler ve birçok başka ayet ve
hadis yukarıdaki iddiayı ispatlamaktadır. Bahse konu olan soru gereğince bunlara değinme fırsatı bulunmamaktadır ve kendi yerinde ve ilgili kitaplarda bu konu yeterince işlenmiştir.
Şia hadisleri, dinler ve mezhepler kitaplarında Abdullah b. Sebe’den Hz. Ali’nin (a. s)
uluhiyetine inanan bir fert olarak bahsedilmiş ve İmam Ali’nin (a. s) onu şiddetle cezalandırdığı söylenmiştir. İlk önce onu sürgüne yollamış ve sonra da onun ölüm hükmünü vermiştir.
Aynı şekilde bu şahıs birçok hadiste imamların (a. s) lanetine uğramıştır.
Böyle bir şahsın Şiiliğin kurucusu olamayacağı açıktır.
Şia
alimleri masum İmamlar’a (a. s) uyarak bu şahsı her zaman kınamış ve lanetlemişlerdir. Örneğin merhum
Kaşifu’l-Gıta, İbn Sebe hakkında şöyle yazmıştır: Kendisini Şia’ya ve Şia’yı da kendisine isnat ettikleri Abdullah b. Sebe’yi birçok Şia kitabı lanetlemiş ve dışlamıştır. Şii
rical alimlerinin onun hakkında söylediği en küçük söz, Abdullah b. Sebe’nin zikredilmeyecek kadar melun biri olduğudur.
Halbuki o Şia’nın kurucusu olsaydı Şia alimlerinin onu yücelterek kendisinden bahsetmeleri gerekirdi.
Bu varsayımın gereği, İslami hilafet sistemini gerçeklerden habersiz veya İslam ve
Müslümanların kaderine itinasız veyahut komplolar karşısında kifayetsiz ve yetersiz bilmemizdir. Oysaki tarihî veriler, halifenin (Osman) ve devlet yetkililerinin sahabelerin önde gelenlerinden olmalarına rağmen muhaliflere karşı şiddetle davrandıklarını aksettirmektedir. Nitekim Ebuzer Gıfari’yi
Rebeze’ye sürgüne göndermiş ve Ammar Yasir’i de şiddetle dövmüş ve kendisine fiziksel darbeler indirmişlerdir. Hal böyleyken hilafet sisteminin bu varsayımın taraftarlarınca öne sürülen böyle büyük bir komplo karşısında suskun ve tepkisiz kalması nasıl açıklanabilir?
İşaret edildiği gibi Ebuzer, Ammar, Muhammed b. Ebubekir vb. büyük şahsiyet ve sahabeler, İbn Sebe taraftarları ve Sebaiyye fırkasının üyeleri sayılmışlardır. Bu da bu efsanenin yalan olduğunun diğer bir delilidir. Ebuzer gibi fertlerin Yahudi İbn Sebe’nin takipçisi olması nasıl mümkün olabilir? Oysa ki Ebuzer, Müslüman olan dördüncü şahıstır ve Peygamber (s. a. a) onun hakkında şöyle buyurmuştur: “Mavi gökyüzünün gölgelediği ve yeryüzünde yaşayan hiçbir söz ehli, Ebuzer’den daha doğru sözlü olmamıştır. ”
Bir başka yerde de şöyle buyurmuştur: “Allah beni Ebuzer’i sevmekle memur kıldı…”
Ammar hakkında ise şöyle buyurmuştur: “Ammar’ın doğası imanla dolmuştur. ”
Ve “Ey Ammar seni asi bir topluluk öldürecektir”
ve…
Eğer söyledikleri özellikler ile Abdullah b. Sebe adında bir fert var olsaydı,
Alevilere düşman olan ve onların çehresini lekelemek için hiçbir çaba ve propagandadan geri kalmayanların konuşma ve yazılarında neden böyle bir fert ve hikâyeden bahsedilmemiştir? Şüphesiz eğer bu hikâye gerçek olsaydı, herkesten çok
Muaviye ve taraftarları, Alevi ve Şiileri bastırmak için ondan istifade ederdi. Oysaki bu konuya yönelik hiçbir tarihî veri ve işaret mevcut değildir.
İbn Sebe efsanesini nakleden ilk ve en genel kaynak,
Taberî Tarihi’dir (vefat: 922).
İbn Esir (vefat: 1233),
İbn Kesir (vefat: 1373) ve
İbn Haldun (vefat: 1406) bu hikâyeyi Taberî Tarihi’nden nakletmişlerdir. Taberi’nin senedi de yalnızca
Seyf b. Ömer’in naklidir.
Oysaki Taberî, kitabının mukaddimesinde şöyle demektedir: “Geçmiştekiler hakkında kitabımızda naklettiğimiz ve okuyucunun inkâr ettiği ve de duyanın doğru ve gerçekle mutabık olmada delil yokluğu nedeniyle dışladığı hususların bizden olmadığı bilinmelidir ve… Biz bu hususları sadece bize ulaşan şekliyle aktardık. ”
Bu şekilde o, bazı tarihî verilerinin doğru olmayışını itiraf ederek, bunun sorumluluğunu geçmiştekilerin üzerine atmaktadır. Öte taraftan Osman’ın hilafet dönemindeki hadiseleri nakleden ve onun öldürülmesini işleyen
İbn Sad’ın Tabakat’ı,
Belazuri’nin Ensabu’l-Eşraf vb. diğer önemli kaynaklar, İbn Sebe hikayesini nakletmemişlerdir!!.
Merhum
Allame Askeri gibi bazı araştırmacılar ve büyük şahsiyetler rivayet ve tarih kaynaklı delil ve kanıtlara atıfta bulunarak İbn Sebe ile ilgili rivayetlerin muteber olmadığını ispatlamış, esasen tarihte İbn Sebe’nin varlığını inkâr etmiş ve onu sadece Seyf b. Ömer’in uydurduğu ve ürettiğine kanaat getirmişlerdir.
[Düzenle]
İşaret edildiği gibi bu efsaneyi ilk nakleden kaynak Taberi Tarihi’dir. Hal böyleyken bu hikayenin aktarıcı silsilesindekilerin tümü meçhul ve tanınmamış veya rical ilmi alimlerinin nezdinde değer ve itibardan yoksun kimselerdir. Rivayetin silsilesi şudur: 1.
Seri 2.
Şuayb 3. Seyf b. Ömer. 4.
Atiyye 5.
Yezid Fekasî. Biz kısa olması için sadece Taberi’nin vasıtasız olarak kendisinden rivayet ettiği “Seri”nin şahsiyetini incelemeye alacağız. Sonra da tarihin bu yalan uyduran şahsiyetine yani Seyf’e işaret edeceğiz.
Taberi’nin, Seri’den rivayette bulunduğu esnada onun baba ve aşiret adını vermemesi ve sadece bir yerde sözlü olarak “
Seri b. Yahya”’dan naklettiğini söylemesi
nedeniyle onun diğer konularda ve bu cümleden olmak üzere İbn Sebe hikayesinde “Seri”den kastının “Seri b. Yahya” olduğu belli olmaktadır. Bununla birlikte henüz bu şahıs meçhuldür. Çünkü Seri b. Yahya'nın birkaç kişi arasından kimin olduğu belirli değildir.
Bu şahıs, 784 yılında ölmesi ve Taberi’nin 839 yılında doğması sebebiyle Taberi ondan nakilde bulunmuş olamaz.
Bu şahıs Taberîinin çağdaşı olsa da ne kimseden rivayet nakletmiştir ve ne de kimse ondan rivayet nakletmiştir. Aynı şekilde hiç kimse onu hadisçi sıfatıyla anmamış ve hayatı da rical kitaplarında yer almamıştır. Dolayısıyla meçhul olması nedeniyle eğer Taberi ondan nakilde bulunmuşsa, güvenilir değildir.
Öte taraftan bazıları, Taberi’nin rivayette bulunduğu şahsın
Şa’bî’nin amcaoğlu ve katibi
Seri b. İsmail Hemedanî Kufî olduğuna inanmaktadır. Ama bu inanç doğru olamaz; çünkü birincisi, Şa’bî 722 yılında vefat etmiş ve Taberi ise belirtildiği gibi 839 yılında doğmuştur. O halde Şa’bî’ni kâtibi Seri, Taberi’yi görmüş olamaz. İkincisi, Seri b. İsmail’in Taberi’yi görmüş olduğunu farz etsek de sorun yine hallolmamaktadır; çünkü bu şahıs rical alimleri arasında itibardan yoksun olup kendisini hileci ve güvenilir olmayan biri saymışlardır.
Bir başka grup ise Taberi’nin
Seri b. Asım b. Suhel Ebuasım Hemedanî’den rivayette bulunduğuna inanmaktadır. Bu şahıs Taberi’nin çağdaşı olsa da rical bilginleri nezdinde itibar taşımamaktadır. Bazıları, onu rivayet hırsızı, yalancı …vb. olarak tanıtmışlardır.
Netice itibariyle Seri, meçhul bir şahsiyete sahiptir ve meçhul olan bir şahıs rical alimleri nezdinde güvenilir değildir. İbn Sebe rivayetinin silsilesindeki diğer fertler de Seri ile benzer durumdadırlar. Bilgi edinmek için rical kitaplarına müracaat edilebilir.
Alimler, Seyf’in hayatı hakkında şöyle demişlerdir: O,
Bağdat’lı ve soy itibariyle de
Kufe’lidir. Hadis ve sözleri zayıftır. 787 yılında
Harun Reşit’in hilafeti zamanında ölmüştür. Onun
el-Fethu’l-Kebir ve’r-Redde ve
el-Cemel ve'-l Mesir-ı Ayşe adında iki kitabı vardır. Birinci kitapta Peygamber’in (s. a. a) vefatından Osman’ın hilafet zamanına kadarki yakın tarihi hadiseleri, ikinci kitapta ise Osman aleyhine yapılan ayaklanma, onun öldürülmesi ve
Cemel savaşını işlemiştir. Bu şahsın alimler nezdinde muteber olmaması nedeniyle onun kitap ve rivayetleri de değerden yoksundur.
Aşağıdaki noktalara dikkat etmek akıl sahipleri için Seyf b. Ömer’in mahiyetini açığa kavuşturacaktır.
Bilim ehli ve rical ilmi alimlerinin Seyf hakkındaki görüşlerine dikkat etmeyle, bu şahsın yalan uyduran biri olduğu ve İbn Sebe efsanesinin onun zihninin kurguladıklarından sadece biri olduğu açığa çıkacaktır. Bazı Ehli Sünnet alimlerinin Seyf hakkındaki görüşleri şudur:
1-
Yahya b. Muin: Onun hadisi zayıf ve gevşektir. Hadislerinden bir hayır yoktur.
2-Sahih yazarı
Nisaî: Zayıftır. Onun hadislerini terk etmişlerdir. Ne güvenilir ve ne de emindir.
3-
Ebu Davut: Değersiz ve çok yalancıdır.
4-
İbn Hammad Akılî: Onun rivayetlerine tabi olunmaz. Onun çok olan rivayetinin hiçbirine tabi olunmamalıdır.
5-
İbn Ebu Hatem:
Sahih hadisleri tahrip ederdi ve bu nedenle onun hadisine güvenmemiş ve terk etmişlerdir.
6-
İbn Habban: Kendi uydurduğu hadisleri güvenilir bir ferdin dilinden naklederdi. Ve şöyle demektedir: Seyf, zındıklık ile itham edilmiş ve hadis uydurduğu söylenmiştir.
7-
Dar Katnî: Zayıftır. Hadisini terk etmişlerdir.
8-
Hâkim: Onun hadisini terk etmişlerdir ve zındıklık ile itham edilmiştir.
9-
İbn Udey: Onun bazı hadisleri çok meşhurdur. Lakin bana göre hadislerinin tümü güvenirlikten yoksundur. Bu nedenle hadislerine tabi olunmaz.
10-Kamus yazarı
Firuzabadi,
İbn Hacer ve
Safiyuddin:
Zayıftır.
11-
Zehebî: Tüm İslam bilgin ve alimleri onun zayıf ve hadisinin metruk olduğu hususunda görüş birliği ve ittifakı içindedir.
Diğer alimler de onun hakkında benzer görüşler taşımaktadır. Lakin bu kadarıyla yetiniyoruz.
Bu şahıs, hiçbir somut varlığı olmayan ve tümü zihnin ürün ve mahsulü olan bir takım fert, şehir ve hadiselerin adını vermektedir. Araştırmacı yazar Allame Askerî (r. a) dört ciltlik Yeksed-u Pencah Sehabi-i Sahtegi ve üç ciltlik Abdullah b. Sebe adlı kitaplarında bunların bazılarını incelemiştir ve biz cevabın uzamasını engellemek için sadece iki örneğe işaret ediyoruz:
1-
Seyf Ermas,
Eğvas,
Amas,
Lus,
Tavus vb. adındaki bir takım şehirlerden söz etmiştir. Coğrafya kitapları arasında sadece
Hamavî(vefat: 1229)
Mu’cemü’l-Buldan’da onları Seyf’ten (vefat: 787) nakletmiştir. Ama şehirler hakkında yazılan
İbn Haik Yakubî’nin Sıfatu’l-Ceziretu’l-Arab eseri,
Belazurî’nin Fütûhu’l-Buldan eseri,
İbn el-Fakih’in Muhtasaru’l-Buldan eseri,
Ebu Reyhan Birûnî’nin el-Asaru’l-Bakiyye Ani’l-Kuruni’l-Haliyye eseri,
Bikrî Vezîrî’nin Mu’cem Ma Este’cem eseri ve
İsmail Sahib Hamat’ın Takvimu’l-Buldan eserinde belirtilen şehir ve bölgelerin adları yer almamıştır. Yakın zaman yazar ve oryantalistlerinden
Buldanu’l-Hilafeti’i-Şarkiyye kitabının yazarı “
Lostrenc” ve
Şibh-ı Cezire-i Arabistan kitabının yazarı “
Ammar Rıza Kehhale”
Hamavî’nin tespitlerine itina etmemiş ve bu şehirleri kitaplarında zikretmemişlerdir.
2-Seyf, Yevmu’l-Cerasim,veya kurak gün, Yevmu’l-Nahib, Ermas, Yevmu’l-Ebakir (sığırlar günü) vb. günlerden bahsetmekte ve bu hususta bir hikaye uydurmuştur. Özeti şudur:
Saad b. Ebu Vakkas, Fars savaşında A
zibu’l-Hecanet denilen bir suyun kenarına gelir ve
Asım b. Amr’ı Fırat’ın aşağı yakasına gitmesi için görevlendirir. O, bir koyun yahut sığır bulmak ister ama başaramaz. Bir müddet sonra bir ferde rastlar ve ondan sığır veya koyun bulabileceği bir yeri göstermesi için kılavuzluk ister. O şahıs sazlıkta olan bir sürünün çobanı olduğu halde yalan yemin içerek Asım’a bilmediğini söyler. O anda sazlıktaki bir sığır bağırır ve şöyle der: Allah’a yemin olsun ki bu şahıs yalan atmaktadır ve biz buradayız ve…
Haccac zamanında bu olayın haberi kendisine ulaşır ve o bugünü sığırlar günü ilan eder. Allame Askerî bu efsanenin eleştirisinde şöyle yazmaktadır: “Sığırlar günü rivayetinin senedinde
Abdullah b. Muslim Akalî ve
Kerb b. Ebi Kerb Akalî’nin adları yer almaktadır. Seyf’in kendilerinden rivayette bulunduğu birçok aktarıcı gibi bu iki aktarıcıdan da rical ilmi âlimlerinin ve senet bilimi kitaplarında bir ad ve nişane bulamadık. Belazurî (Fütûhu’l-Buldan sayfa 265’te Fars savaşında Sad’ın ordusunun hikâyesini) şöyle aktarmaktadır: Sad’ın ordusu erzaka ihtiyaç duydukları her vakit gidip Fırat’ın aşağı yakasından erzak yağmalaması için bir grup süvariyi görevlendirirdi ve Ömer de Medine’den onlara sığır ve koyun gönderirdi. ”
Bunlar Seyf b. Ömer’in uydurduğu yalanların sadece bir kısmıdır. Bu kısa bilgilerden detayları artık siz tahmin edin! Bu açıklananlar karşısında nasıl böyle bir ferdin söz ve iddialarına inanılabilir ve Abdullah b. Sebe ile ilgili konular kesin gerçekler olarak algılanabilir?
[Düzenle]
[Düzenle]
İslamquest sitesi "Seyf b. Ömer tarafından üretilen Abdullah b. Sebe hikâyesinin sahte oluşu hakkında Şia âlimlerinin delili nedir?" adlı makaleden 26.01.2022 tarihinde alınmıştır.