İsmet ve Adalet
Makaleyi PDF formatında kaydet
İsmet ve masumiyet gibi kavramlar seçme hakkının veya
ihtiyarın kişiden alıkonulması anlamına gelmeceği gibi
Allah’ın o kimseye özel
lütuf ve
inayetini göstermesi anlamları barındırır.
[Düzenle]
«یا داوُدُ اِنَّا جَعَلْناکَ خَلِیفَةً فِی الْاَرْضِ فَاحْکُمْ بَیْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ...»
Sad suresinin 26’ıncı
ayetinde Hz. Davut (a. s) hitap alınmıştır.
Allah Teala bu ayette Hz. Davut (a. s) ’a hitap ederek onu yeryüzünde
halifesi ve
vekili karar kılmıştır. Elbette bazı
müfessirler hilafet ve
verasetin peygamberin halifesi olduğunu ilahi hilafet olmadığını iddia etmişlerdir ancak «اِنِّی جاعِلٌ فِی الْاَرْضِ خَلِیفَةً» “Ben yeryüzünde bir halife karar kılacağım. ” Ayeti göz önüne alındığında bu görüşün doğru olmadığı anlaşılır.
Böylece toplumsal bazda diğer ulvi peygamberler gibi insanları
tevhide ve
ahlaki değerlere sarılmaya davet etsin. Bu ayeti kerimede Allah Teâlâ, Hz. Davut'a (a. s) vermiş etmiş olduğu
risalet görevinin yanı sıra insanlar arasında ki ihtilafları çözme ve yargılama görevini vermiştir. İnsanlar aralarında ortaya çıkan anlaşmazlıklarda ona başvurmakta ve Hz. Davut (a. s) da aralarında hükmederek hakkı onlara beyan etmekteydi.
[Düzenle]
«وَ لا تَتَّبِعِ الْهَوی فَیُضِلَّکَ عَنْ سَبِیلِ اللَّهِ»
“
Nefis arzusuna uyma, yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. ” Ayeti kerimede geçen bu cümleyle insanlar arasında hükmederken heva hevese ve nefse uymanın haktan ve hakikatten uzaklaşmaya yol açacağını bildirmektedir. İnsanlar arasında anlaşmazlıkları giderme ve hüküm verme noktasında ayet özellikle hak kelimesi üzerinde vurgu yaparak verilecek hüküm ve yargının hak üzere olması gerektiğini aşikâr etmiştir. Böylelikle taraflar
zulme maruz kalmaz ve hakları zayi olmaz.
Ayeti kerimede geçen «وَ لا تَتَّبِعِ الْهَوی» “heva, hevesine uyma” tabiri bizlere insanın nefsani arzularının ve isteklerinin hakkın karşısında olduğunu ve ilahi çizgiden sapmaya yol açacağını göstermektedir. Öyleyse bu uzak durulması gereken bir paradigmadır.
Bu ifadede Hz. Davut (a. s) muhatap alınmıştır. Oysaki o sahip olduğu ismet ve masumiyetten ötürü insanların anlaşamadıkları meseleleri çözerken ve neticelendirirken nefsani isteklerine meyletmekten beri ve uzaktı.
Bu ayet üzerinde iki ana nokta belirtilmelidir.
Bu noktada şu söylenmelidir ki öncelikle bu ayet, ilahi hükümlerin beyanı makamında olup vurgu ve tekitle birlikte olması doğaldır.
Saniyen yargılama, hüküm ve anlaşmazlıkların çözümü ilahi hukukun bir parçasıdır.
Semavi dinlerde ezcümle Hz. Davut (a. s) hakkında vuku bulması ve netleştirilmesi tabiidir. Bu durum onun sahip olduğu ismet ve masumiyetle çelişmez. Zira
ismet hasleti
Masumdan iradeyi yok etmez. Masum da toplumun diğer fertleri gibi ilahi
emir ve yasaklarda mükelleftir. Ancak sahip olduğu ismet onu hakka muhalefet etmekten korur. Mükellef olmaktan ve teklife maruz kalmaktan beri kılmaz. Bilakis verilen görevler ve teklifler onun konumunu ve risaletini bizlere gösterir.
Elbette bazı müfessirler
Allah Teâlâ’nın Hz. Davut'a (a. s) hak ve adalet üzere hükmetmesini emretmesini ve nefsin arzularına tabi olmaktan men etmesini diğerlerinin ikazı olarak yorumlamışlardır. Yani herkim insanların yönetiminde ve hükümetinde yer alırsa hak üzere hükmetmeli ve batıla tabi olmaktan sakınmalıdır. Yoksa Hz. Davut (a. s) sahip olduğu ismet üzere insanlar arasında her daim hak üzere hükmetmiş ve batıla tabi olmamıştır.
Yapılan bu açıklamaya şöyle bir tenkit söz konusudur: Ayeti kerimede Hz. Davut'a (a. s) hitabın sadece diğerlerinin ikazı için olduğuna Hz. Davut'un (a. s) ismetini delil gösterip kendisini bu hitaptan beri görmek için yeterli bir delil değildir. Zira açıklandığı üzere ismet iradenin selbi anlamı taşımaz. Bilakis ismetle birlikte ihtiyarda söz konusudur. Diğer bütün insanlara olduğu gibi insanın ihtiyarı var olduğu sürece teklif var olmakla birlikte gereklidir de. Bunun tersi bir durum söz konusu olursa bu kişi hakkında vacip ve haram kavramları anlamını yitirir ve itaat ve isyan ayrımı söz konusu olmaz. Bu durumun kendisi ismeti boşa çıkarır. Zira bizler Hz. Davut (a. s) ismet sahibidir dediğimizde kastımız onun günah işlemeyeceğidir.
Günah,
teklif varsa söz konusudur.
[Düzenle]
«اِنَّ الَّذِینَ یَضِلُّونَ عَنْ سَبِیلِ اللَّهِ لَهُمْ عَذابٌ شَدِیدٌ بِما نَسُوا یَوْمَ الْحِسابِ»
“Allah'ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azap vardır ” ayeti kerime’nin son pasajı genel olarak net bir şekilde vurgu yaparak ilahi görev ihlalini ve sapmayı yasaklamaktadır. Bu durum hukuki bir sorunun çözümü içinde geçerlidir, şiddetli azaplara sebebiyet veren büyük günahlar için de. Bütün sapmaların ve günahların kaynağı, sebebi
gaflet, kıyamet gününün sorumluluğunun reddi ve amellerimizin
Rabbin huzurunda hesaba çekileceğinin inkarıdır. İnsanın
kıyamet günü hesap vereceğini unutması ve gaflet etmesi duçar olduğu bütün günahların, sapmaların ve sapkınlıkların sebebidir. Başka bir ifadeyle insanın heva hevesinin peşinden gitmesinin yasaklanma sebebidir. Zira heva ve hevese uymak insanın hesap gününden gaflet etmesine yol açar ve kıyamet gününü unutmak şiddetli
azaplar doğurur. Burada unutmaktan kasıt o günün geleceğine ve hesap vereceğine itina etmemesidir.
Bu ayeti şerifin delaleti bütün sapmaların ve sapkınlıkların kaynağı kıyamet gününden gaflet edilmesidir. Daha açık bir ifadeyle bütün günahlar ve isyanlar hesap vereceğimize itina etmememizden kaynaklanır.
[Düzenle]
[Düzenle]
İslamquest sitesi "Sad suresi 26’ıncı ayetinin tefsiri" makalesinden 20.01.2022 tarihinde yararlanılmıştır.