Hazreti İbrahim (a.s)
Makaleyi PDF formatında kaydet
Hazreti İbrahim (a. s) (Arapça: النبي إبراهيم (ع)) ,
tevhit dinlerinin babası olarak kabul edilir ve tüm
semavi dinler arasında özel bir konuma sahiptir.
Kuran’ı Kerim ve
rivayetler Hazreti İbrahim’in (a. s) hayatı hakkında önemli bilgiler verir.
[Düzenle]
Hazreti İbrahim’in (a. s) hayatını ele almadan önce birkaç noktanın açıklanması uygun olacaktır.
a) Hz. İbrahim’in (a. s) azamet ve büyüklüğü sebebiyle ilahi dinlerin her biri, onu kendilerine nispet verir ve kendilerinin de İbrahim’in (a. s) dininin tabileri olduklarını iddia ederler.
Yahudi ve
Hıristiyanların her biri, kendilerinin İbrahim (a. s) ile bağları üzerinde dururlar. Kuran ise, onlara cevap vererek bu hakikati şöyle açıklar: “İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan. Fakat o,
hanif (Allah’ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir
Müslümandı. Allah’a ortak koşanlardan da değildi. ”
b) Genellikle büyük insanlar yaşamları boyunca
imtihanlarla ve zorluklarla karşı karşıya kalmalarının yanında, onların doğumları da sır ihtiva eden gayri tabii işlerden olup zorluklarla birliktedir. Bu konuda
Hz. Musa’nın (a. s),
Hz. İsa’nın (a. s) son peygamber
Hz. Muhammed’in (s. a. a) ve aynı şekilde Hz. İbrahim’in (a. s) doğumuna işaret edilebilir.
Hazreti İbrahim’in (a. s) yaşamı üç belirgin aşamada söz konusu edilebilir: 1.
Risaletten önceki dönem. 2. Risalet ve
putperest Babil kavmiyle mücadele dönemi. 3. Babil’den hicret edip
Mısır,
Filistin ve
Mekke topraklarındaki telaş ve uğraşı dönemi.
[Düzenle]
İbrahim (a. s) , dünyaya gözünü açtığı zaman zalim padişah
Nemrut b. Ken’an Babil bölgesinin hâkimiydi. Nemrut kendini, Babil’in büyük tanrısı olarak tanıtıyordu. Elbette Babil halkı yalnızca Nemrut’a tapmıyor, Nemrutla birlikte çeşitli şekillerde ve türlü maddelerden yapılmış putların karşısında da
dua edip
secde etmekle meşgul oluyorlardı.
İbrahim (a. s) , dünyanın hayranlık uyandıran yemyeşil “Babil” topraklarında dünyaya geldi.
İbrahim (a. s) doğmadan önce Nemrut’a, bu sene ülkede bir çocuğun doğacağı ve bu çocuğun vesilesiyle hükümetinin yok olacağı söylendi.
Bunun üzerine Nemrut her doğan çocuğun öldürülmesini, kadınların eşlerinden ayrılmasını ve kadınların gözaltında tutulmasını; hamile kalan kadınları, doğum yapana kadar hapsetmelerini ve çocuğun erkek olması halinde cellâda teslim edilmesini emretti. O süreçte İbrahim’in (a. s) annesi hamile kalmış ve yavaş yavaş doğum zamanı yaklaşmıştı. Annesi bu durumda ötürü tek başına çöllere çıktı! Nemrut’un acımasız casuslarının gözünden ırak bir mağara buldu. Orada çocuk gözlerini dünyaya açtı. Anne, çocuğunu beze sarıp mağaranın bir köşesine koydu ve mağaranın ağzını da taşla kapatarak şehrin yolunu tuttu. Çocuk ilahi bir lütufla parmaklarını emerek besleniyordu. Çocuğun gelişmesi ise oldukça şaşırtıcıdır. Bir haftada, diğer çocukların bir ayda büyümesi ölçüsünde gelişiyordu. Annesi, zamam zaman fırsattan istifade ederek çocuğunu görmeye gidiyordu. Sonunda mağaranın kenarından dışına çıkacak kadar büyüyen çocuk, geniş bir alanda dolaşıp
tefekkür etmekle meşgul oluyordu.
[Düzenle]
Hz. İbrahim’in (a. s) kaç yaşında
peygamber olduğu tam olarak net değildir ama büyük bir ihtimalle amcası
Azer ile bahsederken peygamberlik makamına ulaşmıştı. Zira
Meryem Suresi’nde şöyle buyrulmaktadır: “Kitap’ta İbrahim’i de an. Gerçekten o, son derece dürüst bir kimse, bir peygamberdi. Hani babasına şöyle demişti: “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun?”
Babil kavmi, kendi yaptıkları putların yanı sıra güneş, ay ve yıldızlar gibi gökyüzü varlıklarına da tapıyordu. İbrahim (a. s) burhan yoluyla; uyuyan halkı uyandırmak,
fıtrat nurunun aydınlanması için onların temiz fıtratı üzerine çekilmiş karanlık
cehalet perdelerini kaldırmak ve onların tevhit yolunda adım atmalarını sağlamak için karar aldı.
“İşte böylece İbrahim’e göklerdeki ve yerdeki hükümranlığı ve nizamı gösteriyorduk ki kesin
ilme erenlerden olsun. ”
[Düzenle]
“Üzerine gece karanlığı basınca, bir yıldız gördü. “İşte
Rabbim! ” dedi. Yıldız batınca da ”Ben öyle batanları sevmem” dedi. Ay’ı doğarken görünce de “İşte Rabbim! ” dedi. Ay da batınca, “Ant olsun ki, Rabbim bana doğru yolu göstermezse, mutlaka ben de sapıklardan olurum” dedi. Güneşi doğarken görünce de “İşte benim Rabbim! Bu daha büyük” dedi. O da batınca (kavmine dönüp) , “Ey kavmim! Ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım” dedi. “Ben, hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim. ”
[Düzenle]
Hz. İbrahim’in (a. s) putperestlerle mücadelesi gün be gün daha bir zorlaşıyordu ve bu mücadele tamamen uygun bir fırsatla birlikte Babil’in put hanesindeki (büyük put hariç) tüm putların kırılmasıyla son buldu.
Sonunda Nemrut’un tabileri, Hz. İbrahim’in (a. s) işini bitirmek için karar alarak özel bir merasimle onu herkesin gözü önünde tutuşturulan ateş deryasında yakmak suretiyle ondan tamamen kurtulmak istediler. Ne var ki ateş,
Allah’ın emriyle sönüp de İbrahim (a. s) sağ salim bu sahneden kurtulduğu zaman Nemrut ve yandaşları, kendi hükümetlerinin devamını sağlamak için var güçleriyle İbrahim’in (a. s) karşısında durmak ve onu yok edene kadar geri adım atmamak için karar aldılar.
Diğer taraftan Hz. İbrahim (a. s) de
müminler topluluğu ve kendine tabi olanlarla birlikte Babil’i terk etmeyi uygun gördü ve hakka davetini genişletmek için
Şam, Filistin ve Mısır topraklarına yöneldi. İbrahim (a. s) , bu bölgelerde tevhit hakikatini ulaştırıp birçok müminin tek bir Allah’a ibadet etmesini başardı.
[Düzenle]
Hz. İbrahim (a. s) , kendi cariyesi
Hacer ile evlendi. Bu evlilikten ismini “
İsmail” koydukları bir çocuğa sahip oldular. Bu evlilik ve çocuk Hz. İbrahim’in (a. s) ilk eşi
Sare’nin, Hacer’i kıskanma vakası gerçekleşti. Bu olaydan sonra, Hz. İbrahim (a. s) büyük bir imtihan içeren Allah’ın emriyle, Hacer ile henüz sütle beslenen çocuğunu “Filistin” topraklarından alıp Mekke’nin kızgın ve bir damla su bulunmayan kuru çöllerine; dört bir yanı sıradağlarla çevrili haşin ve ürkütücü vadisine bırakıp tekrar Filistin’e döndü.
“
Zemzem” kaynağının bulunması ve “
Cürhüm” kabilesinin gelip bu topraklarda yaşamak için Hacer’den izin alması, bu yerin bayındır hale gelmesine ve gelişmesine sebep oldu. İbrahim (a. s) , Allah’tan bu bölgenin bereketli bir yerleşim yeri yapmasını ve gün be gün çoğalan çocuklarına karşı halkın kalbini meylettirmesini istemişti.
Bazı
hadis rivayetçileri ve tarihçiler şöyle nakletmişlerdir: İbrahim (a. s) , Hacer ve sütten kesilmemiş çocuğu İsmail’i Mekke’ye bırakıp geri döneceği zaman Hacer, İbrahim’e (a. s) şöyle seslendi: Bizi, hiçbir bitkinin, süt veren bir hayvanın, hatta bir damla suyun bile bulunmadığı; üstelik azıksız ve tanıdığımız bir kimsenin olmadığı bir yerde bırakmanı kim emretti?! İbrahim (a. s) tek bir kelimeyle şöyle cevap verdi: “Böyle bir emri Rabbim bana vermiştir. ” Hacer bu cümleyi işittiği zaman: Mademki durum böyle, Allah kesinlikle bizi kendi halimize bırakmayacaktır! dedi.
[Düzenle]
İbrahim (a. s) , İsmail’i görmek amacıyla defalarca Filistin’den Mekke’ye geldi. Seferlerinin birisinde
hac merasimlerini yerine getirdi ve Allah’ın emri üzerine güçlü kuvvetli ve fevkalade temiz ve iman dolu genç İsmail’ini
kurban edeceği yere götürdü ve ömrünün en güzel meyvesini kendi eliyle Allah yolunda kurban etmek için hazırlandı.
İbrahim (a. s), bu çok önemli imtihanın mükemmel şekilde üstesinden gelip son anlara kadar bu yolda kendini gösterdikten sonra, Allah, onun kurbanını kabul etti ve İsmail’i ona bağışlayarak kurban etmesi için bir koyun gönderdi.
[Düzenle]
Sonunda İbrahim (a. s) bunca imtihanın hakkını eda edip bunca sınanma havanından başarıyla çıktıktan sonra, bir insanın ulaşabileceği mümkün olan en yüksek makama ulaştı. Nitekim Kuran’da şöyle buyrulur: “Bir zaman Rabbi İbrahim’i birtakım emirlerle sınamış, İbrahim onların hepsini yerine getirmişti de Rabbi şöyle buyurmuştu: “Ben seni insanlara
İmam kılacağım. ” İbrahim de “Soyumdan da (imamlar kıl ya Rabbi! ) ” demişti. Bunun üzerine Rabbi, “Benim ahdim (verdiğim söz)
zalimleri kapsamaz” demişti. ”
[Düzenle]
Kuran ayetleri incelendiğinde, Allah Teala’nın İbrahim’e (a. s), önceki hiçbir peygambere vermediği fevkalade yüce bir makam bahşettiği görülür.
Bu peygamberin makamının büyüklüğü, aşağıdaki şu tabirlerde güzelce müşahede edilir:
1- Allah Teala İbrahim’i (a. s) “
ümmet” unvanıyla anmış ve onun şahsiyetini bir ümmet mesabesinde övmüştür.
2- İbrahim’e (a. s) “
Halilullah” makamını vermiştir.
Bazı rivayetlerde
Nisa Suresi’nin125.
ayeti hakkında şöyle gelmiştir: Bu makam, İbrahim’e (a. s) hiçbir zaman kimseden bir şey istemediği ve kendisinden isteyeni de hiçbir zaman geri çevirmediği için ona verilmiştir.
3- O; hayırlı ve seçkinlerden
,
Salihlerden,
itaat edenlerden
, sıddıklardan
,
hilim ehlinden
ve sözünü yerine getirenlerdendi.
4- İbrahim (a. s) , fevkalade misafirperverdi.
Öyle ki bazı rivayetlerde şöyle gelmiştir: O’na “Ebu Ezyaaf” misafirlerin babası ya da misafir sahibi lakabını vermişlerdi.
5- O’nun benzersiz bir
tevekkülü vardı; hiçbir işte ve hiçbir olayda Allah’tan başka kimsesi yoktu ve ne isterse Allah’tan ister ve O’nun kapısından başka hiç kimsenin kapısını çalmazdı.
6- Onun benzersiz bir cesareti vardı ve putperestlerin adeta kaynayan tutuculuk seli karşısında tek başına durmuş ve en küçük korku ve vahşete kapılmamıştı. Onların putlarını aşağıladı ve onların put hanesini bir koz ve kapan olarak kullandı. Nemrut ve onun yandaşları karşısında benzersiz bir yiğitlikle konuştu ki sayılan bu özelliklerin her birisi Kuran ayetlerinde gelmiştir.
7- Hz. İbrahim’in (a. s) fevkalade güçlü bir mantığı vardı. Sapkınlar karşısında küçük, muhkem ve delile dayalı ibarelerle sapkınların sorularını cevaplıyordu ve bu mantıkla inatçıların burnunu yere sürtüyordu. Bu bağlamda
Enbiya Suresi’nin 63-67. ayetlerine müracaat edebilirsiniz.
8- Dikkate alınması gerekir ki: Kuran, Müslümanların kendilerini İbrahim’in dininden saymalarını ve onlara “Müslüman” isminin onun tarafından konulduğunu, Müslümanların iftiharlarından saymıştır.
9- Hac merasimi, tüm görkem ve ihtişamıyla, Allah’ın emri gereği ve İbrahim (a. s) vesilesiyle temellendirilmiştir. Bu doğrultuda haccın tüm merasimleri, İbrahim’in (a. s) ismi ve onun hatırasıyla iç içedir.
İnsan, bu merasimlerin herhangi bir merhalesinde bu ilahi peygamberi hatırlar ve onun azametinin yansımasını kendi kalbinde hisseder. Asıl itibariyle İbrahim (a. s) hatırlanmaksızın, hac merasimi anlamsızdır!
10- Hz. İbrahim’in (a. s) eliyle dört kuşun canlanması:
Allah Teala, Hz. İbrahim’e (a. s) şöyle buyurdu: “Dört kuş tut ve yanına topla. Sonra onları parçala ve her birisinden bir parçayı bir dağın üzerine bırak. ”
Salih b. Seh l,
İmam Sadık’ın (a. s) bu ayet hakkında şöyle buyurduğunu söyler: İbrahim ibibik, baykuş, tavus ve kargayı alıp başlarını kesti. Sonra kuşların bedenlerini havana koyarak onların kanatlarını, etlerini ve kemiklerini birbirine karıştırdı ve sonra onları on parça yapıp her bir parçayı on dağın tepesine koydu. Sonra kendi yanına su ve yem aldı ve her bir kuşun gagası parmakları arasına aldı ve: Allah’ın izniyle gelin, dedi. Parçalardan bazıları, parçalar halindeki etlere, kanatlara ve kemiklere doğru uçtular. Böylelikle kuşların bedenleri önceki suretlerine dönüşerek her bir beden, kendi gagasına mülhak oldu ve İbrahim, onların gagasını serbest bıraktı. Derken kuşların her biri gelip sudan içtiler ve taneleri yediler ve daha sonra İbrahim’e: ‘Ey Allah’ın peygamberi! Bizi canlandırdın, Allah’ta seni canlandırsın’ dediler. İbrahim’de onlara: ‘Aksine! Allah yaşatır ve öldürür’ dedi.
11- Aynı şekilde Allah Teala (bunlarla delil getirmesi) İbrahim’in
yakîn ehli olması için, göklerin ve yerin hakimiyetini (Allah Teala’nın onlara olan mutlak hükümetini) ona gösterdi.
[Düzenle]
[Düzenle]
İslamquest sitesi "Hz. İbrahim" makalesinden yararlanılmıştır.